Kozalağın Hikayesi


Mayıs ayının ortalarına doğru, bahar serinliğinin yerini güneşe bıraktığı, baharın coşkusunun kainata yayıldığı günlerdi. Dağlar, ovalar yeşilliğe bürünmüş, çiçekler kainatı süslerken, sular yuvasından taşmaya başlamıştı. Bu günlerden birinde, bir kozalak düşüverdi toprağa. Sımsıkı tutunduğu, ayrılacağını hiç düşünmediği dalından kopuverdi bir anda. Hiç beklemediği bir vakitti, her geçen dakika kozalaklar dalından kopup gidiyor, gidenleri görüyor fakat bir gün kendisinin de dalından kopacağını düşünmüyordu. Açılmaya başlayan pullarının güzelliğiyle övünüyor, açılan pulların toprağa gidişin habercisi olduğunu bilmiyordu. Uzun ince yapraklara kendisinden övgüyle bahsediyor, pullarının güzelliğini anlatarak kendini şenlendiriyordu. Derken toprağa düşme sırası kendisine gelmişti işte.

Süratle toprağa doğru kayarken bağırdı avazı çıktığı kadar, lakin duyan olmadı sesini. Yanından geçtiği kozalaklara sesleniyor, imdat istiyor ama bir cevap alamıyordu. Hiç bir kozalağın umrunda değildi. Hiç biri yüzünü çevirip bakmadığı için sesini duyup duymadıklarını bile anlamamıştı. Kozalaklardan ümidi kesince yapraklara çevirdi yüzünü. Bir defasında yapraklara ‘sizin iğne gibi can yakmaktan başka ne işiniz var ki’ dediğini hatırlayıp vazgeçecek olsa da başka tercihi olmadığına hükmedip yapraklardan da yardım istedi. Cevabını, çarptığı bir yaprağın canını acıtması şeklinde aldı. Başka cevap veren olmadı bağrışlarına.

Yükseklerden seyreyleyip hayran kaldığı manzaranın tam ortasındaydı şimdi. Ancak yeşil ve kahverenginden başka renk yoktu etrafında. Yeşil örtünün üstüne özenle serpiştirilmiş rengarenk çiçeklerden eser yoktu. Rüzgarın uğultusu da duyulmuyordu artık, onca zaman komşusu olduğu yaprakların hışırtısı da bitmişti. Telaşlı bir koşturmaca içinde karıncaları, kanatlarını ilk kez çırpmanın heyecanını yaşayan kelebekleri, zıplayan, koşan türlü çeşit böcekleri görmese zamanın durduğunu sanırdı.

Çamura saplanıp kalmıştı düştüğü noktada, hareket ettikçe daha da batıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor, şaşkın gözlerle etrafa bakıyordu. Etrafında kiminin rengi solmuş, kiminin pulları dökülmüş onlarca kozalak olduğunu farketti. Kulağını tırmalayan bir çatırdı duydu önce, çatırdıya bir kozalağın inleme sesleri devam etti. Bakışlarını çevirdiği noktada pulları kırılan bir kozalağın inlediğini gördü. Tedirginliği daha da arttı o andan itibaren.  Acaba kendisi de acı çekecek miydi? Pulları kırılacak mıydı? Pulları kırılırsa bütün güzelliği kaybolacaktı, ne yapardı? Endişeli bir bekleyişe gömüldü bir müddet. Ardından konuşabileceği biri var mı diye etrafı tekrar kolaçan etti. Biriyle konuşabilirse rahatlayabilirdi. Belki kendisine ne olduğunu da anlardı. Kimbilir?

Endişeli bekleyişi devam ederken eski günleri canlandı gözlerinde. Hemen yanı başında bulunan, güzelliğini ve gücünü kaybetmiş ihtiyar kozalağın söyledikleri yankılandı kulaklarında: ‘Aslımız topraktır bizim. Bir gün hepimiz toprağa rücu edeceğiz. Ve o günde güzelliğimiz, gençliğimiz yitip gidecek. Kimimiz toprağı vuslat bilip neşelenirken, kimimiz gurbete düşmenin tedirginliğini yaşayacağız…

Kelimenin bu noktasında tekrar canlandı düşünceleri. Vuslata mı düşmüştü, gurbete mi? Toprak, vuslat mıdır gurbet mi? Bilemedi. 

Yorumlar

  1. Blogunuz yeniymis sanırım :) hayırlı olsun.Kozalagın hikayesini de cok begendim boyle seyleri daha cok okumak istedigim icin de hemen takibe aldım sizi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Blogumu yeni oluşturuyorum. hikayeyi beğenmenize sevindim. Teşekkür ederim :)

      Sil
  2. GFC butonu da koyarsanız daha kolay okuruz yayınlarınızı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Blog henüz yeni olduğu için GFC butonu koyamadım. En kısa zamanda koymayı düşünüyorum

      Sil
  3. Bazen vuslat da gurbet de birbirine karışır.Güzel hikayeydi :) Teşekkürler :)) Bu arada mutlu bayramlar :))

    YanıtlaSil
  4. Vuslat mı,gurbet mı??
    Çok güzel bir hikaye, teşekkürler

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel bir hikayeymiş. İki kez okudum.


    Takibe aldım. Bana da beklerim. ^^

    YanıtlaSil
  6. Ellerinize ve dimağınıza sağlık hocam. Akıllarda yer edecek bir hikaye olmuş. Daha nice böyle güzel hikayeler bekliyoruz...

    YanıtlaSil
  7. yaaaa ne güzel düşünmüşsün yaaa nefis valla bu öykü :)

    YanıtlaSil
  8. Merhaba, bloğunuzu radyo yayınına konuk alacağım. Bu öykü size mi ait? Radyoda seslendirmek isterim eğer sizinse isminizi vererek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, atıfta bulunmak kaydıyla seslendirebilirsiniz.

      Sil
    2. Teşekkürler Arif bey, yayını yaptığımda burdan size linki ekleyeceğim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anadolu'nun Üç Şems'i

Bitmeyen Gece - Mitat Enç I KitapYorum(13)

Yolgeçen Hanı Nerede?